Önceki sayıda Jim Jarmusch’un Broken Flowers’ından
başlayarak bu film kritikleri bölümüne kendi adıma garip bir giriş yapmıştım.
Evvela doğuya ait yani sanatsal manasıyla sinemanın klasik evresine dahil olan
örneğin Japon Sineması’yla başlamak yerine sinemayı elinde tutan başat film
endüstrisine yani Hollywood’a protest bir duruşun en güçlü sembollerinden
yönetmen, yazar ve aynı zamanda da oyuncu olan biriyle Jim Jarmusch’la
başladım. Bu bilinçli bir tercih değildi ama sinemayı gişenin dışına çıkartıp
nerden izlememiz gerektiğini düşünmemizi hatırlattığı için küçük bir örnek
olabildi.
Belirli deneyimsel tutumların yer yer devrimler yaptığı
sinema tarihinin bahsedilen deviniminin postmodern sanat içinde halka inmesi
gibi bir şey artık sözkonusu değil, en azından sanatsallığıyla inmesi sözkonusu
değil. Örneğin Quentin Tarantino’nun son filmi The Hateful Eight’in konusu,
sorusu vesair konuların atlanıp gazetelerde, dergilerde film için ilk olarak
70mm çekilmiş olmasının gözümüze gözümüze sokulması garip bir kanıttır.
Sinemanın ampirik durumunun bugün için 3D, yeşilperde, Miramax vs. gibi teknik
durumların dışına çıkamaması izleyicinin, basit bir şekilde medyanın etki
durumu içinde yoğrulan izleyicinin yöneltildiği yerdir sanırım.
Bu etkinin izleyicide oluşturduğu sanatsal boşluk, yani
medyanın sağladığı bu imkansızlık durumu için de vizyonun, gişenin ve
medyatikliğin en azından ilk film kadar dışında bir şeyden bahsedeceğim, “Çok
Tuhaf Çok Tanıdık”[1] bir şey.
Lütfi Akad’a ait bir film Vesikalı Yarim. İlk yazıda da yaptığım gibi önce
Akad’dan bahsedeceğim, kendisine aramızda “Koca Çınar” demiyoruz ama diyenler
var Türkiye’deki sinemayı o dönemin sanatsal medyasından belki de sinemasal
imkansızlıklarından ötürü tiyatrocuların elinden alan adam, tıpkı Vesikalı
Yarim’de Halil’in Sabiha’yı pavyonlardan kurtarmaya çalışması gibi bir durumdan
bahsediyoruz filme bu gözle bakarsak ortada çok ironik bir durum olmuş oluyor
ama bu yazının konusu değil.
Vesikalı Yarim filminin içine girmeye çalıştığımızdaysa çok
modern bir çatışmanın içinde buluyoruz kendimizi, Broken Flowers için
söylediğim kaosun anlama dahil olması durumu burda çok faklı bir boyutta
kalmış, kaosun anlamdan itelenmesi isteğine dönüyoruz ve bu politik bir diğer
deyişle modern bir durumdur. Bir şeyi bir şeyden kurtarmak demek a durumuna
bağlı olan şeyi artık a durumundan çıkarmak demektir biraz da, bu sözkonusu
duruma bir özgürlük katar. Yani bahsedilen durum eğer hala a durumuna bağlı bir
şeyse, o durumu a durumundan kurtarmadığınız halde a durumunu da sevmek
durumunda kalırsınız çünkü ortada olan kurallar bulunduğunuz mekân
ilgilendiğiniz duruma ait değildir. Halil’in Sabiha’yı o pavyondan kurtarmak
için verdiği kavga bunun toplumun yapısı içinde senaryolaşmış başarılı bir
örneği. Hatırlarsak Sabiha’yı sevebilmek, Sabiha’yla çok önceden karşılaşmamış
olmasının[2]
açığını kapatmak için Halil, sahip olduğu bütün nesneleri bir köşeye itmek
zorunda kalmıştı.
Vesikalı Yarim’in medyatik bir özetinde romantik bir durumda
klişe bir ifadeye imkansız aşkın peşinde iki kişi görürüz. Elbette haber yapma
gücünün azınlık deneysel ifadeleri yok etmesinin sonucudur bu. Ben konunun etik
bölümünü irdeleyerek bakmak istedim çünkü her film mümkün ya da mükün olmayan
olaylardan oluşur, ve sanat biraz da taklit barındırır[3].
Vesikalı Yarim’de bir nevi bu konumdadır.
Ahmet İnam aşk için “Bir anlama, kavrama, duyma, kısacası
bir olma, oluş serüvenidir. Heideggerci bir terminoloji kullanırsak, varlığın
kendini bize sunma biçimidir.”[4]
demiş. Halil sıradan bir manavdır, filme konu olan toplum içinde muhafazakar
bir ailenin çok da muhafazakar olamayan ama dürüst ve ahlaklı bir personasıdır.
Arkadaşlarıyla meyhaneye gidip bir gece ‘efkar dağıtırken’ gördüğü Sabiha’ya
aşık olmuştur. Bu olay, yani genel bir aşk durumu için söylememiz gereken bir
şey belki de, Halil’in hayatında doğumundan sonra yaşadığı en büyük olaydır aşk
ve Halil, Sabiha gibi bir kadına sözkonusu pavyona bir ‘küfe’ meyve getirip
hediye edebilecek saflıkta biridir, bir kadına ya da Sabiha gibi bir kadına ne
hediye edeceğini bilememektedir ama bir şeyler hediye etmek durumundadır da
ayını zamanda. Bu sevgi durumunda filmde, bir sevgi durumuna rağmen etik
problemler ortaya çıkacaktır. Birincisi Halil’in aşık olması etik bir durum mudur?
diye sorabiliriz çünkü Halil evli bir adamdır. İkincisi Sabiha’nın Halil’i
oyalaması etik bir durum mudur? çünkü Sabiha düşmüş bir kadındır ve Halil’i
sürekli bir kötülüğün içine sürüklemesine rağmen, erkek karakteri yılmadan
yormaktadır. Üçüncüsü Halil’in evli ve çocuklu olmasının Halil’e getirdiği
sorumluluklara, Halil’e kazandırmış olduğu aile yapısına ve vicdana rağmen
Halil’in çocuklarını ve eşini bırakıp böyle bir durumda bırakması doğru mudur?
bu soruya direkt yanlıştır diyebilirdik ama bu sefer Spinoza’nın etiğiyle
bakacak olursak Halil’in iç dünyasında onu mutlu edecek tepkimeler verebilecek
olan bu durumu tekrarlamasının etik oluşunu atlamış olacağız. O zaman aşk Halil
için bir sorumluluktur ama peki ailesi Halil için bir sorumluluk değil midir?.
Bu üç soruyu sordum bu konular da sizi filmle baş başa bırakıyorum.
Film karakterlerinin çocuksu bir iyilik anlayışı var, çok
saf çok büyük fedakarlıklar yapılır bu aşk için ve yine hiç olmayacak şeyler
görmezden gelinir aile için Halil’in babasının oğlu hakkında ki tutumu
böyledir, Halil’in Sabiha için içinde bulunduğu ve bir türlü kurtulamadığı
durumlar böyledir, Sabiha’ya sanırım şu ana kadar çok haksızlık ettik
söylemeliyiz ki Sabiha’nın da yaptığı bir çok şey buna dahildir, hatta filmin
sonuna geldiğimizde anlarız ki en büyük fedakarlığı Sabiha yapmıştır.
Vesikalı Yarim ve Lütfi Akad üzerine söylenebilecek daha bir
sürü şey var. Filmin kendi ekseninden çıkıp Türkiye Sineması’na, bu ülkede ki
izleyiciye ne yaptığı konusuysa değinmek mesela bu şeylerden biri. Lütfi Akad
Vesikalı Yarim’i 1968’de İstanbul’da çekti, filmin konusu aşk ve 1968’den sonra
Türkiye’de yapılmış sinema tarihine dahil konusu aşk olan hiçbir film bir daha
Vesikalı Yarim filminin büyüklüğünden kopamadı, bu tarihten sonra çekilmiş
neredeyse bütün aşk filmlerinde etkisi vardır. Hatta etkisi bugün bile azalmış
değildir örneğin Halil’in Sabiha’yı evine ilk defa bıraktığı sahnede, ev
Beyoğlu’nun herhangi bir yerindedir, Halil Sabiha’yı bırakmış dönerken Sabiha
dönüp Halil der. 2014’de aşk temalı yeni bir film çekildi uyarlandığı metni
romancı İlhami Algör’ün yazdığı bir film, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku[5].
Filmde bir sahne az önce bahsettiğim Sabiha’nın evinin önünde çekilmiş yani
mekan aynı, Arif Müzeyyen’i eve bırakıp dönerken Müzeyyen dönüp Arif der
diyalog aynı. Karakter rollerini bile Vesikalı Yarim’le arasılık kullanarak
okuyabiliriz dahası kamera açıları bile aynı olabilir! Bunun kurduğu
görüntülerarasılık bize bu topraklarda Vesikalı Yarim’in ne kadar önemli bir
film olduğunu yeteri kadar anlatıyor sanırım.
Bu yazının sonuna geldik, aslında bu sayıda yine Amerikan
sinemasından bir film anlatacaktım, bu sefer Chicago denen bir Hollywood
filmiydi anlatacağım film ve Rob Marshall’ın Oscarlı bir yapıtıydı. Filmin
konusunun medyayla sıkı bir ilişkisi olmasından ve bu sayının da dosya
konusunun medya olmasından dolayı o filmi anlatmak istiyordum. Bunu şimdi
söylüyorum çünkü arada güme gitmesini istemem, vaktiniz olursa onu da
izlemenizi tavsiye ederim.
İyi seyirler diliyorum.
[1] Metis
Yayınları, 2005
[2]Replik:
Sabiha: Sevmekte yetmiyormuş, çok önceden
rastlaşacaktık.
[3] Konu
için fazlasıyla eski bir metin mevcut, Aristoteles’in Poetika’sı. Ben Can
Yayınlarından okudum kitabı ama Bilim Sanat Yayınlarında Nazile Kalaycı direkt
Yunancadan çevirmiş, bu konuda takıntıları olanlar varsa diye bunu da
belirtiyorum.
[4]
http://phil.metu.edu.tr/ahmet-inam/askta.htm